Yollar; insanlar ve mallarla birlikte bilgilerin, fikirlerin, inançların ve değerlerin de hareketine sahne olan önemli mekânsal varlıklardır. Sosyal bilimciler bu özelliğinden dolayı yola farklı bir nazarla bakarlar. Nitekim yol; ekonomist için devasa bir sektör olan ulaşımın temel altyapısı, sosyolog için yakın ve uzak her türlü toplumsal ilişki ve iletişimin önemli bir yapı taşı, tarihçi için geçmişin anlaşılmasında ve aydınlatılmasında yararlanılan çok değerli bir enstrüman, jeopolitikçi için üstünlük ve güç kaynağı, coğrafyacı için ise büyük ölçüde doğal çevre faktörlerinin kontrolü ve etkisi dahilinde insanoğlunun mekâna vurduğu güçlü bir damgadır. Kuşkusuz Büyük İpek Yolu bu güçlü damgaların en başında gelir.
İsim, XIX. Yüzyıl ünlü Alman coğrafyacısı Ferdinand Freiherr von Richthofen’e ait. Richthofen, Eski Dünya’nın iki büyük medeniyet havzasını (doğuda Çin, batıda Akdeniz) birbirine bağlayan ve pek çok güzergâhtan oluşan bu geniş yol ağını Büyük İpek Yolu olarak nitelendirmiştir. Üzerinde ticarete konu olan temel ürünün ipek oluşu, yaklaşık on beş yüzyıl boyunca önemini koruyuşu ve üç kıtaya yayılışı dikkate alındığında bu nitelendirmenin isabeti daha iyi anlaşılır.
Ana vatanı Çin olan ipek ile yine egzotik doğunun temel ürünleri arasında sayılan çay ve baharatın batıdaki ülkelere nakli, doğuyla batının ilk temas noktasını oluşturur. Bu bağlamda Asya ile Avrupa arasında ilişkiyi sağlayan ilk etmen de yüzyıllar boyu en temel ticari emtia olma vasfını koruyan ipektir. Başta ipek olmak üzere pek çok malın ticaretine sahne olan Büyük İpek Yolu tek bir güzergâhtan ibaret olmayıp, doğu-Batı, kuzey-güney yönlerinde birbirine düğümlenen bir tür yollar ağı niteliği arz eder.
Araştırmacılar İpek Yolunu genellikle üç ana güzergâh şeklinde ele almaktadır. Bunlardan birincisi, Çin’in başkentinden başlayarak Orta Asya ve İran platosu üzerinden Doğu Akdeniz’e (Suriye ve Mısır) ve Anadolu’ya uzanır, oradan da deniz yolu ile veya Balkanlar üzerinden karayoluyla Avrupa’ya ulaşırdı. Esasen Büyük İpek Yolu budur. Bu güzergâh hemen her devirde önemini korumuş olup, yolun gidiş-dönüşünün 8-9 yıl kadar sürdüğü ve dünyanın çevresinin yaklaşık 1/5’ine denk geldiği saptanmıştır. Yolun Orta Asya kesiminde güneye ayrı bir kol ayrılmaktadır ki, bu kol, Afganistan’ın orta kesiminde bir duvar gibi yükselen Hindikuş dağlarını geçerek Hindistan’a ve Ganj vadisine doğru devam etmektedir. Ayrıca Doğu Türkistan’dan doğruca Hindistan’a uzanan yollar da vardır. Diğer yandan aynı kesimden kuzeye yönelen yollar Hazar Denizi’ne, Kafkasya’ya ve Karadeniz kıyılarına kadar ulaşmaktadır.
İkinci ana yol bazı araştırmacılar tarafından Kürk Yolu veya İskit Yolu olarak da adlandırılan Kuzey Yolu’dur. Akdeniz’den kuzeye yönelen yol, Karadeniz’in kuzey kıyılarından yaklaşık 50° kuzey enlemi boyunca doğu istikametinde ilerler. Azak, Kırım ve Kuzey Karadeniz kıyılarındaki antik kentler boyunca doğuya doğru devam eden yol, Güney Rusya, Urallar, Güney Sibirya ve Altay steplerinden Tyan-Şan dağlarına, buradan da Çungar geçidi yoluyla Çin’in içlerine doğru uzanır. Ortaçağ’da Sasani Devletinin doğu-batı arasında uzanan ana güzergâh üzerinde zorluk çıkarmasından dolayı Kuzey Yolu ön plâna çıkmış, bunun sonucunda Doğu Roma ile Orta Asya ve Çin arasında Türkler aracılığıyla ilişki kurulmuştur. Başta ipek olmak üzere Çin malları batıya taşınırken, batıdan da bu bölgeye pek çok ürün nakledilmiştir. Böylece doğuyla batı arasında ticarî-siyasî alışveriş gelişme göstermiştir. Doğal olarak binlerce kilometre uzunluğundaki bir yolu aşmak kolay değildir. İbn Batuta, güzergâh boyunca geçilen yerlere uyum sağlamak için bazı tedbirler alınması gerektiğini kaydeder. Örneğin bozkıra geldiğinde seyyahların veya tüccarların Adıge-Alan kabilelerinden steplere dayanıklı atlar satın almaları icap etmektedir.
Üçüncü güzergâh Güney Yolu olarak da bilinen Deniz İpek Yolu’dur. İskenderiyeli denizci Hippalos’un Hint Okyanusu’nda etkili olan mevsimlik devirli muson rüzgârlarının yıl içerisindeki esiş yönlerini keşfetmesinin ardından, Hint kıyıları ile Akdeniz kıyıları arasında deniz ulaşımı kolaylaşmıştır. Bu durum kara ipek yollarındaki yoğunluğun, belirli ölçüde denizlere kaymasına yol açmıştır. Akdeniz limanlarından başlayarak Kızıldeniz ve Hint Okyanusu boyunca uzanan bu yolun devamı, iki farklı kola ayrılmaktadır. Birinci kol, Güney Hint yarımadasının kuzey batısındaki limanlara kadar uzanır ve oradan karayoluyla kuzeye doğru ilerleyerek Hindikuş dağları üzerinden Büyük İpek Yolu’yla birleşirdi. İkinci kol ise Güneydoğu Asya kıyılarını takip ederek doğuya doğru devam ederdi. Bunların dışında tali bir kol da Basra körfezine ayrılmaktaydı. Deniz İpek Yolu, 875’te Çin’de meydana gelen halk ayaklanmasından zarar gören tüccarların deniz yolunu tercih etmesiyle canlanmış, XV. Yüzyıl sonlarında Ümit burnunun aşılmasıyla birlikte önemini artırmıştır.
Eşyanın ve paranın yer değiştirmesi gelişmenin ve yenileşmenin habercisidir. İpek Yolu, öncelikli olarak kendi coğrafyasını ve kendi şehirlerini bayındırlaştırmıştır. Orta Asya’nın siyasi otoriteleri zamanla ticaret yolunun sistemli faaliyetler dizisi içerisinde yerlerini almışlar ve gereğini yerine getirmişledir. Türkler, İpek Yolu üzerindeki etkinlikleri sayesinde bir yandan yerleşik hayata geçip kentlileşirken, diğer yandan han hamam, kervansaray, çarşı gibi zamanla bütün insanlığa mal olacak bir kısım medeniyet enstrümanları geliştirmişler, özellikle Selçuklular döneminde sigorta sistemini başlatan bir yetkinliğe erişmişlerdir. Yine Türklerin batıya, özellikle Anadolu’ya olan ilgi ve yönelişinde bu yolun payı büyüktür. Dolayısıyla denilebilir ki İpek Yolu, başta Türkler ve Çinliler olmak üzere Eski Dünya kavimlerinin siyasetini belirleyen ve tarihin akışına yön veren başat araçlardan biri olmuştur.
Türkler, Çin-Avrupa güzergâhında ticaretin yürümesinde Sasanilerin aksine kolaylaştırıcı rol üstlenmişlerdir. Nitekim Sasanilerin İpek Yolu’nu tek başına kontrol etme siyaseti izlediği dönemlerde başını ipeğin çektiği pek çok malın üretimi, tüketimi ve fiyatlandırılmasında çeşitli krizler yaşanmıştır. Örneğin, ihracatta meydana gelen sıkıntılar Çin’de fiyatların aşırı düşmesine yol açıyor ve üreticiyi zor durumda bırakabiliyordu. Türklerin ipek ve baharat yollarını kontrol altına almasıyla birlikte, ilk defa bir çeşit sigorta sistemi de geliştirilmiş oldu. Karahanlı, Selçuklu ve Osmanlı pratiğinde tüccar ve seyyahların barınabileceği hanlar, kervansaraylar kurulmuş, bu kervansarayların etrafında düzenli olarak panayırlar ve pazarlar oluşturulmuş, böylece ticarete süreklilik ve canlılık kazandırılmaya çalışılmıştır. Ayrıca yer yer yeni yerleşim merkezleri de kurulmuş veya mevcut yerleşmeler imar edilmiştir. Bütün bu gelişmelerin dönemin kalem erbabı tarafından kayda geçirildiği görülmektedir. Örneğin İslam coğrafyacılarından İbn Hurdazbih ve Makdisî İslam sınırlarından itibaren tüm konaklama merkezleri, yerleşmelerin konumları ve birbirlerine olan uzaklıkları hakkında kıymetli bilgiler vermektedirler. Yine Mesudi Muruc’uz Zeheb’inde İpek Yolu’nun Karadeniz’e açılan en önemli kapısı konumundaki Trabzon’u Müslüman, Rum ve Ermeni tüccarların sıklıkla ziyaret ettiği çok sayıda pazarı bulunan bir şehir olarak tarif etmektedir. Cahiz ise ticaretle ilgili risalesinde İpek Yolu üzerinden Çin, Hindistan, İran ve Orta Asya şehirlerinden batıya nakledilen malları sıralar: İpek, kılıç, kâğıt, mürekkep, eyer, altın-gümüş mamuller ve diğerleri.
Başta ticaret olmak üzere barışçıl etkinlikler çerçevesinde kurulan toplumlar arası ilişkiler özgüvene sahip açık toplumların filizlenmesinde büyük rol oynar. İpek ve baharat yolu üzerinde yer alan toplumların içine kapanması bu yüzden zordur. Nitekim Tarım havzasında Budist rahiplerin dağlardaki kayalıkları oyarak yaptığı tapınaklar bir süre sonra ticarî-kültürel alışverişin can bulduğu merkezler haline gelmiştir. Yine İpek Yolu üzerinde Kansu’ya giden yollardan birkaçının birleştiği Çin’in Linxia şehri, yirmi kadar camisi ve Han Zeling (Hamuzeli) Türbesi’yle yüzyıllarca Küçük Mekke olarak ün salmıştır. Turfan, Urumçi, Baş Kurgan, Yarkent, Kaşgar, Semerkant, Taşkent, Belh, Buhara, Merv, Tebriz, Antakya, İskenderiye, Erzurum, Trabzon ve daha niceleri. Kuruluşları, gelişmeleri ve şekillenmelerinde Büyük İpek Yolu’na bağlı ticaret ve kültürler arası etkileşimin pay sahibi olduğu kadim dünya kentleri. Özünü koruyarak ilerlemenin ve küreselleşmenin en güzel örnekleri. Şunu da eklemek gerekir ki daha miladın ilk yıllarda Hint, Arap, Habeş, Pers, İskit, Likyalı ve Kilikyalı tacirleri Mısır’ın liman kenti İskenderiye’de bir araya getiren muhteşem gücün arka plânında da yine bu yol vardır.
Doğu ile Batı arasındaki bu alışveriş bazen bir yakınlığı, bazen de bir kader ortaklığını beraberinde getirmiştir. Örneğin tarihî süreç içerisinde her dilden ve dinden insanlar Çin’de İpek Yolunun başlangıcı sayılan Çhangan’a yerleşmiş, toplumsal yaşamı birlikte şekillendirmişlerdir. Çhangan’da bulunan Ulu Camii (Qing Zhen Si) 742 tarihinde inşa edilmiştir ki, bu tarih 751 yılında Çinliler ile Müslüman Araplar arasında yapılan Talas Savaşı’nın öncesine rastlar. Çin gibi kitabî olmayan dinlerin coğrafyasına camii inşa etmek, Müslümanlar için dikkate değer bir ideal olsa gerektir. Ancak Müslümanların Çin’in bir şehrine mabet yapmış olmalarının başka bir anlamı daha vardır. O da bu olayın Çin tarihine bir değer, bir erdem katmış olmasıdır. Tıpkı Selçuklular ve Osmanlılar tarafından fethedilmiş topraklarda yüzyıllarca kiliselerin ve havraların korunmuş olmasının Türk tarihine kattığı değer gibi. Kültürler arası diyalog konusu coğrafî anlamda sınırların tanımını zorlaştırıyor gözükmekle birlikte, esasen toplumları olgunlaştıran bir etkiye sahiptir. Ancak günümüzün Çin’i, Doğu Türkistan’da izlediği hoşgörüden yoksun siyasetle bu olgunluğu ve erdemi reddediyor gibi.
Erdal AKPINAR